İnsan, tarihi günlerden geçerken, yaşananların “dönemsel” olduğunu unutabiliyor. İnişleri, çıkışları, iç çelişkileri, dış müdehaleleri, zorunlulukları, hüznü ve neşesiyle tarihi bir “dönem”den geçtiğimizi tekrar tekrar vurgulamak gerekiyor sanırım. İnsanın kendisi ve her türlü eylemi kadar canlı bir dönemden…
Bazen forum alanlarında umutsuzluk dolu, geç kalmışlığa vurgu yapan, enerjinin artık düşmeye başladıdığından ve bir daha toparlanılamayacağından bahseden konuşmalara şahit oluyorum. Gerçi aynı adamla, beş dakika sonra “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!” sloganını coşkuyla atarken göz göze geliveriyoruz… Ama yine de pas geçilmemesi, üzerine iki çift laf edilmesi gereken bir konu var: Forum ve eylem nüfusunda bir azalma söz konusu… Tabi buna bağlı olarak enerjinin de düştüğünü söyleyebiliriz.
“Gezi’den çıkıp Yoğurtçu Parkı’na geldiğimiz ilk günleri hatırlıyorum; ne kadar da kalabalıktık değil mi? Ah o güzel günler. Şimdi bayağı bir azaldık gibi… Zaten bizim millette hafıza da yok abi, iki gün sonra unutur gider tüm bu yaşananları, ölen öldüğüyle, gözü çıkan diğer gözüyle kalır dımdızlak…” Enerji düşünce de tabi ortalıkta bu çeşit umutsuz ve yorgun cümleler kol gezmeye başlıyor. 31 Mayıs öncesine geri dönülüveriyor bir anda, eski hastalıklar depreşiyor, kendi aramızdan sahte düşmanlar türetilip ağız dalaşına girişiliyor. Bölmeye çalışanların provakasyonları daha kolay maya tutuyor. Sanki daha birkaç hafta önce birlikte isyan etmemişiz, direnmemişiz, ölmemişiz gibi…
Evet diktatörlüğü deviremedik, sadece sarstık. Ama gerçekten sarstık! Onun o yıkılmaz sanılan, korku harcıyla ördüğü duvarında kocaman kocaman gedikler açtık. Duvarın arkasında dönen rezillikler daha net görünüyor şimdi. Demokrasiyle yönetilen bir memlekete bir adım daha yaklaştık. Bu şimdiye kadar bir türlü bir araya gelememiş toplumsal v siyasal odakların büyük bir başarısıdır. Demokrasi mücadelesi açısından küçümsenmeyecek bir kazanımdır şüphesiz... Tüm gücümüzü toplayıp vurduk. Bu balyozu ilk kaldırışımızdı ve hiç fena değildik. Bir takım kazanımlar elde ederek çıktık Gezi’den. En önemlisi birbirimizi kazandık. Evet istediğimiz her şeyi alamadık henüz; ortalıkta gezen serbest bırakılmış katiller var, faili meçhul ve faili meşhur cinayetler, hala umarsızca süren polis şiddeti …
Fakat o ilk vuruşun bizde yarattığı sarhoşluk geçti diye, biraz ayıldık diye üzülmemek gerekir. Hazır ayılmışken fırsat bu fırsat tarihe ve güncel dış politikaya dönüp bir bakalım… Hangi devrim, hangi demokratikleşme hareketi, hangi halk hareketi iki günde başarıya ulaşmıştır acaba? Sovyetlere bakarsak 1905 ile 1917 arasındaki 12 yılı görürüz -ki öncesinde ve sonrasında da yıllar ve yıllar vardır… Günümüzdeki Arap, Mağrip ayaklanmaları… Üç yıldan fazladır devam eden, zamanla değişip dönüşen, tarafların yeni durumlara göre sürekli yeniden konumlandığı bir hareket değil mi karşımızdaki? Eğer her şey iki günde çözülecek kadar kolay olsaydı, Venezuella’da Chavez’in askerlerinden biri, hem de iktidarda oldukları halde “Biz burada devrim yapıyoruz sinyorita!” der miydi kendisiyle röportaj yapan Ece Temelkuran’a?
Toplumsal hareketlerin de evrendeki diğer her şey gibi fizik kanunlarına sıkı
sıkıya bağlı olduğunu anlamak gerekir. YOL = HIZ x ZAMAN eşitliği saygı duymamız gereken bir zorunluluktur. Yolumuzun uzun olduğu aşikar. Ne kadar hızlı gidersek o kadar çabuk varırız gideceğimiz yere, eyvallah. Fakat bir yerden bir yere gitmek koskocaman bir memleket için, bir otobüs dolusu insan için olduğu kadar kolay olmuyor maalesef. Benzinle değil, kitleselliğimizle yol alıyoruz. Bunun tatili var, sıcağı var, yorulanı var… Lig başlasın, üniversiteler, liseler açılsın… AKP iktidarı –şüphesiz rahat durmayacaktır- doğaya, insana, hayata karşı bir kez daha saldırıya geçsin bakalım neler olacak? Hele hele satacak doğru düzgün kamu kurumu kalmamışken, dışarıdan da sıcak para ihraç edemediğinde nic’olacak AKP’nin hali? Bekleyip göreceğiz…
Forumlarımızı canlı tutmaya, etkinlikler yapmaya, öğrenmeye, öğretmeye, birbirimizi tanımaya devam edeceğiz beklerken. Barışmayı ve dinlemeyi öğreneceğiz. Barışın diliyle konuşmayı öğreneceğiz. Yer yüzü sofrasından kalkıp, halkların halayına katılacağız.
Yani demem o ki umutsuzluğa düşmek bize yakışmaz. Öncelikle gaz ve TOMA’dan kaçarken haykırdığımız gibi: “SAKİN, SAKİN, SAKİN…” Ve her zaman, hep beraber dediğimiz gibi: Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!
No comments:
Post a Comment